Ebrû, kitre veya benzeri maddelerle yoğunluğu arttırılmış su üzerinde özel fırçalar yardımıyla topraktan elde edilen tabii boyalar serpilerek meydana getirilen desenlerin kağıda alınmasıyla elde edilen belli geleneğe sahip bir san’at dalımızdır.
Yoğunlaştırılmış sıvıyı; kitre, deniz kadayıfı, sahlep gibi maddelerden elde edebiliriz. Ebrû geleneğimizin en önemli özelliklerinden biri suda erimeyen tamamen tabii boyar maddeler ve metal oksitler olan toprak boyaların kullanılmasıdır. Türk ebrûsunda tabii boyalar kullanılıyor olmasının en büyük sebebi, öncelikle ebrû tarihi boyunca ebrûcuların, boyalarını tabiattan elde etmek dışında bir yollarının olmaması ve son ebrûcuların da ustalarını taklit etmek ve ebrû kağıdını kalıcı kılmak gayesiyle aynı boyalarla ebrû yapmaya devam etmeleridir. Çünkü hazır boyaların içerisine yapımı sırasında çeşitli asitler ve kazein katılmakta, bu yabancı maddeler de tecrübe edilerek görülmüştür ki zamanla ebrû kağıdına ve onun kullanıldığı kitap ya da levhaya zarar vermektedir. Tabii toprak boyaların kullanılmasının bir diğer sebebi de bu boyaların renklerinin güneşte solmamasıdır. Ezilen boyalar defalarca yıkanır, süzülür ve olgunlaşması için öd ile bekletilir.
Sığır ödü yani safra asitleri hazır hale gelmiş boyalara damlatılarak boyaların yoğunlaştırılmış suyun dibine çökmemesi ve üzerinde kalmasını, birbirine karışmamasını sağlar.
Üstadlarımız fırçalarını at kılı ve gül dalından kendileri sarmışlardır. Bizler de onlarla aynı desenleri elde edebilmek ve geleneğimizi sürdürmek için aynı şekilde fırçalarımızı at kılı ve gül dalından kendimiz sararız.
Ebrûnun çeşidine göre farklı ebadlarda ince uzun bız adı verilen metal araçlar ve farklı aralıklı taraklar da kullanılır. Yine farklı ebadlarda tekne ve kağıtlar kullanılabilir.
Battal ebrû (tarz-ı kadim battal, serpmeli battal, neftli battal), hafif ebrû, şal ebrûsu ,gelgit ebrû, taraklı ebrû, hatip ebrûsu ,bülbül yuvası ebrûsu, çiçekli ebrû, akkâse ebrû, yazılı ebrû, kumlu ebrû, koltuk ebrû’yu ebrûnun çeşitleri olarak sayabiliriz.
Türk ebrû san’atının ustadan çırağa intikal ederek günümüze kadar ulaşan bir geleneği vardır. Ebrûculuk, yazmakla veya anlatmakla öğretilemeyen, bütün klâsik Osmanlı san’atlarında olduğu gibi “usta-çırak” usulü ile talebe yetiştirilebilen, icrası itibariyle son derece güç ve ebrûcunun idaresi dışında birçok değişkenden etkilenen bir san’at dalıdır. Bu olumsuz etkileri ortadan kaldırarak ebrûcunun ne yaptığının sırrına vakıf olması ve teknik açıdan mükemmel ebrûlar yapması, ancak bir ustanın yol göstermesiyle olur. Ebrûculuk tarihimiz incelendiğinde ustasız ebrûcu olmadığı ve geleneğin ustadan çırağa aktarılarak bu güne ulaştığı görülür.
Gelenekli Ebrû San’atı’nda, mecburiyet olmamakla beraber, kullandığı çoğu malzemeyi san’atkâr kendisi temin eder, hazırlar. San’atkâr kendi malzemelerini kendisi hazırlamak prensibine ne kadar riayet ederse, o san’atkâr san’atına ait sürecin içine o kadar hızlı dahil olur. Sadece ortaya çıkan desen değil, boya ve diğer malzemelerini hazırlamadaki mahareti ve renkleri seçişi, renkleri birbirleriyle evlendirişi de san’atkarın ve eserinin kıymetini arttıran hususiyetlerdendir. Başından sonuna bir eserin meydana getirilmesi sürecinde gereken bütün unsurların mümkün mertebe bizzat san’atçının hakimiyetiyle şekillenmesi o ebrûcunun ebrûda kişiliğini bulması veya kişiliğini ebrûya aksettirmesine sebep olacaktır.
Güzel bir ebrûnun ortaya çıkması için birçok faktörün bir arada ve belli bir denge içerisinde olması gerekir. Ayarlardaki ufak değişiklikler dahi hemen ebrûnuzu etkiler. Yüzey, boya ayarları, öd ayarı, fırça darbeleri, el ve hatta psikolojimizin de tam bir uyum içinde olması gerekir ki, arzu edilen güzellikte bir ebrû ortaya çıkabilsin.